Şirk Cephesinde Bir Sözcü
Bazen insan doğrunun ne olduğunu içinde hissetse bile, ön kabullerinin onun üstünü örtmesine izin verir, düşünmeyi ve karar vermeyi erteler. Onun için belirli bir düzenin içinde hayatın akıp gitmesi, alışılmışın dışına çıkmamak yeğdir. Fakat bu arada hayatına katabileceği pek çok güzelliği, karar vermesi zor ama manevi hazzı paha biçilemez dönüm noktalarını kaçırır. Doğruyu bulduğunda ise artık zaman çok geçtir ve elinde kalan, onsuz geçen günlerine duyduğu hayıflanmadır. Kendince aklıyla, kendi gönlünü kendi hanesinde esir etmiştir.
Mekke’nin önde gelen müşriklerinden, hatipliği ve arabuluculuğuyla meşhur Süheyl b. Amr, Mekke fethedildiği gün bu iç muhasebeyi yapar ve o günü şöyle anlatır: “Resulullah Mekke’ye girip galip olunca kendimi evime attım ve kapıyı üstüme kapattım. Ardından oğlum Abdullah b. Süheyl’e haber göndererek benim için Muhammed’den eman talep etmesini istedim. Çünkü öldürülüp öldürülmeyeceğimden emin değildim. Sonra Muhammed ve ashabının nazarında bıraktığım izleri hatırlamaya başladım. Benden daha fazla kötü iz bırakan birisi yoktu. Ben Hudeybiye günü Resulullah ile kimsenin konuşmadığı bir tarzda konuşmuştum. Bedir ve Uhud savaşlarına katıldığım halde Hudeybiye’de antlaşma imzalayan bendim. Kureyş her nereye hareket etmişse ben de oraya hareket etmiştim.”
O güne kadar Mekke halkına yaptığı konuşmalarla onları Resulullah’a karşı kışkırtan Süheyl b. Amr bunları hatırlıyordu. Bedir savaşına çıkmadan önce müşrikler savaş hazırlığı içindeyken, insanların içinde ayağa kalkıp onlara şöyle hitap etmişti: “Ey Kureyşliler! İşte bu Muhammed’tir; yoldan çıkardığı gençleriniz ve Yesrib halkı da onun yanındadır. Onlar sizin kervanınıza musallat olmuşlardır. Deve isteyene işte deve. Yiyecek isteyene işte yiyecek…” diyerek onları savaşmaya razı etmeye çalışmış ve Bedir’e kadar yol boyunca develer kestirerek insanları doyurmuştu. Daha sonra Bedir Savaşı’nda yaralanan Süheyl, Müslümanlar tarafından esir edilmişti. Medine’ye getirilirken kaçan Süheyl’i bulanın onu öldürmesini emreden Resulullah, onu kendisi bulmuş fakat canını bağışlamıştı. Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Resulü! Onun ön dişlerini sökeyim mi? Böylece dili dışarı sarksın da, bir daha hiçbir zaman aleyhinde konuşamasın dediğinde Resulullah, “Eğer ben Allah’ın peygamberiysem müsle yapmam. Yoksa Allah da bana müsle yapar. Umulur ki zamanı gelince hoşlanacağın bir iş yapar.” dedi. (Hakikaten Resulullah vefat ettiğinde Süheyl b. Amr’ın, Hz. Ebu Bekr’in yaptığı konuşmanın aynısını Mekkelilere yaptığını duyunca Hz. Ömer bundan memnun olmuş ve Resulullah’ın bu sözlerini hatırlamıştır.)
Hudeybiye antlaşması sırasında Mekke’nin sözcülüğünü yapan Süheyl, Müslümanların müddeti bitince, o sırada Meymune bt. el-Haris ile evlenen Resulullah’ın düğün ziyafeti vermesine dahi izin vermeyerek, “Resulullah’a hitaben “Ya Muhammed! Müddet tamamlandı. Senin vereceğin ziyafete ihtiyacımız yok. Beraberindekileri topla da arazimizden çık” demiş, bunun üzerine Resulullah Mekke’den ayrılmak zorunda kalmıştı. Bununla birlikte Hudeybiye Antlaşması’nın bozulmasına neden olan Müslümanların müttefiki Hevazinlilerin öldürülmesine yardımcı olan Mekkeli grubun içinde de yer almıştı.
Müslümanlar Mekke’ye girmeden az önce Safvân b. Ümeyye, İkrime b. Ebû Cehil ve Süheyl b. Amr, insanları Resulullah ve ashabına karşı savaşmaya davet etmişler, silahlarını kuşanmışlar ve Muhammed’in hiçbir zaman Mekke’ye giremeyeceğine yemin etmişlerdi. Ancak şu an oğlu Abdullah’ın Resulullah’tan getireceği eman haberini bekliyordu. Nihayet Resulullah, “O, Allah’ın güvencesiyle emin kılınmıştır. Ortaya çıksın. Kimse Süheyl’e sert bakmasın. Süheyl akıl ve asalet sahibidir. Süheyl gibileri İslam’a karşı cahil kalmaz.” diyerek onu bağışlamıştı.
Huneyn Gazvesi’nden sonra Müslüman olan Süheyl b. Amr, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanlar içinde en çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren ve ahirete yönelik davranan oldu. Bundan sonra geçmişi düşünerek çok ağlayan ve Kur’ân okunurken çok etkilenen Süheyl b. Amr, Kur’ân dinlemek için sürekli Mu’âz b. Cebel’in yanına giderdi. Bunun üzerine Dırâr b. el-Hattâb ona, “Ey Süheyl! Bu Hazrecliye gidip geliyorsun ve sana Kur’ân okuyor. Kavminden bir Kureyşliye gitsen daha iyi olmaz mı?” diye sorduğunda Süheyl b. Amr, “Ey Dırâr! Bu kişi, yaptıklarıyla bizi bir hayli geçip geride bırakan birisidir. Yemin olsun ki ben ona gidip geliyorum. İslam cahiliye işlerini kaldırdı. Cahiliye döneminde adları anılmayan kavimleri Allah İslam ile yüceltti. Keşke bizler de onlarla birlikte davransaydık da, mertebemiz artsaydı. Allah ailemdeki erkeklerin, kadınların ve kölem Umeyr b. Avf’ın benden önce Müslüman olmaları konusunda bana takdir ettiği şeyi elbette hatırlıyorum. Buna seviniyor ve Allah’a hamd ediyorum. Benzerlerimin öldükleri ya da öldürüldükleri halde benim imansız halde ölmemem hususunda onların duasıyla Allah’ın beni koruduğunu umuyorum. Bütün önemli hadiselerde ben Hakk’ın karşısındaydım. Bedir, Uhud ve Hendek’de oradaydım. Hudeybiye’de antlaşmayı yazmayı üstlenen bendim. Ey Dırâr! Hatırlıyorum da o gün Peygamber’e karşı batıl konusunda ne kadar da ısrarcıydım. Şu anda Resulullah Medine’de, ben ise Mekke’deyim ve ondan utanç duyuyorum. Fakat bizim içimizdeki şirk bundan daha büyük bir cürümdü. Oğlum Abdullah ve kölem Umeyr benden kaçıp Muhammed’in saflarına katıldılar. İçinde bulunduğum cehalet, o gün beni hakikati ve Allah’ın Resulullah vesilesiyle o ikisine nasip ettiği hayrı görmekten alıkoydu. Sonra oğlum Abdullah, Yemâme’de şehit oldu. Ebû Bekir, Peygamber’in şu sözüyle bana taziyede bulundu, ‘Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.’ Onun şefaat edeceği ilk kişi olmayı diliyorum.” Daha sonra Süheyl b. Amr ölünceye kadar cihat için Şam’da sınır boyunda kalmaya karar verdi ve Amvâs’taki veba salgınında vefat etti.
Gönül kapınızın hep açık kalması temennisiyle, çok geç olmadan, önce kendimizden başlayarak, kendimiz hakkında daha çok düşüneceğimiz bir Pazar günü diliyorum.
04/03/2018