Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (III)
İmam Mâtürîdî’nin ilmi kudretinin görülmesine katkı sağlaması açısından yapılması gereken şeylerden biri, onun, İmam Taberî’nin meşhur eseri Câmiu‘l-beyân ile beraber okunmasıdır. Taberî’nin bu eserinde 38,397 rivayet vardır. Bunların tekrarları, mevzuları ve sahihleriyle beraber toplamda 3000 civarı hadis olduğu kaydedilir. Yine 6800 civarında sahabe rivayeti vardır ki bunların da 6500 civarı İbn Abbas kanalıyla gelmiştir. Geri kalan rivayetler ise tabiin kanalıyla gelmiştir. Taberî, selefinin tüm rivayetlerini mümkün ölçüde kaydetmiş ve oldukça önemli bir hizmeti yerine getirmiştir. Bu sayede biz, ayetler çerçevesinde ilk üç neslin neler söylediğini ya da ayetleri nasıl anladığını görebilmiş oluyoruz. Diğer yandan Taberî, tüm rivayetleri (Mehmet Akif Koç’un ifadesine göre) bizatihi üstad üstad dolaşmak suretiyle cem etmiştir.
Mâtürîdî’ye gelince o, öncelikle Te’vîlâtü’l-Kur’ân’ını üstün niteliklere sahip talebelerine şifahen imla ettirmiştir. Ayrıca Te’vîlât’ında onun şu türden ifadelerini görmek mümkündür: “Hasan böyle ya da bunun gibi bir şey söyledi”, “… ve adını hatırlayamadığım bir sahabî dedi ki”, “konu hakkında selefin ifadelerinden ezberleyip anladığımız kadarıyla” ya da “…aklımızda kaldığı kadarıyla rivayetleri nakletmiştik”. Bu ifadeler, bize, Mâtürîdî’nin ayetlerin tefsiri esnasında selefin rivayetlerini ezbere aktardığını göstermektedir. Meselenin bize göre daha ilginç olan yanı Mâtürîdî’nin sarf ettiği rivayetlerin hemen hemen tamamının Taberî’de yer alıyor oluşudur. Tersine bir okuyuşla Taberî’nin kaydettiği otuz sekiz bin kusur rivayeti Mâtürîdî yeri geldikçe ve cem etmek suretiyle ezberden nakletmiştir. Üstelik Taberî’de yer almayan bazı rivayetlere de eserinde yer vermesi onun hafıza kudretinin ne derece üst seviyelerde bulunduğunu göstermesi açısından da kayda değer niteliktedir.
Mâtürîdî’nin ilmi kudretinin sadece hafızasından kaynaklanmadığı açıktır. Onun, aynı zamanda söz konusu rivayetleri kritik etmek gibi bir özelliği vardır. O, sıradan bir müminin kabullenmekte problem yaşadığı, fakat büyüklerden gelmesi nedeniyle sessiz kalmayı tercih ettiği rivayetleri de kritik eder. Bunlardan biri Hz. Peygamber’in kendisine sorulan bir soruya “Yarın cevap veririm” demesi, fakat O’nun “İnşallah” ifadesini zikretmemesi nedeniyle bir müddet boyunca vahyin kesilmesi üzerinedir.
Mâtürîdî’ye göre Kehf 18/23-24 ayetlerinde geçen “Hiçbir şey hakkında, “Ben bu işi yarın mutlaka yapacağım” deme; (bunu) ancak “Eğer Allah dilerse” (sözcüğüyle birlikte söyle” ayetinin Hz. Peygamber’in yaşadığı olay sonrasında nazil olduğu şeklindeki rivayette problem vardır. Zira her şeyden önce Rabbimizin bir emri gelmeden, Efendimizin “Yarın haber veririm” demesi mümkün değildir. Üstelik “İnşallah” demediği için Hz. Peygamber’in cezalandırılmış olduğunu söylemek de bir vehimdir. Sırf “İnşallah” demediği için cezalandırıldığını söylemek, asli itibariyle, Rabbimizin Hz. Peygamber’i yalancı konumuna düşürmesi ya da düşmesine izin vermesi demektir. Mekke kâfirlerinin Hz. Peygamber’in tebliğine tüm güçleriyle engel olmaya çalışmalarına rağmen Allah, onlara fırsat vermemiştir. Bu böyleyken nasıl olur da “Yarın haber vereceğim” diye vaadde bulunan elçisini, konu hakkında vahiy göndermeyerek O’nu aciz bırakır ve böylece O’nu yalancı çıkarır. (!)
Bu düşünceler, Mâtürîdî’nin söz konusu rivayeti kritik ettiğini açıkça gösterir niteliktedir. Ona göre ayette yer alan “Allah dilerse, deyin” ifadesi asli itibariyle hitabın Hz. Peygamber’e değil, onun üzerinden diğer muhataplaradır. Bunun da amacı insanlara nasıl davranılması gerektiğini öğretmektir.
Vesselam…
20/12/2018