Hakikat Âlemi: Tabakatlar
Suç ve Ceza, Savaş ve Barış, Sefiller vb. türden romanları okurken yazarların karakter tahlillerini, bir ortamı tasvir etmelerini seyrederiz usulca. Bir kaçak hayatı süren Jean Valjean’ın yaşamını yahut psikolojik sorunlar ile boğuşan Raskolnikov’u izlerken 19. asır Fransa yahut Rusya’sını biraz daha içeriden görme şansımız olur. Her ne kadar yazarlarının hayalleri ile olduğundan farklı bile olsa döneme dair zihnimizde bazı resimler şekillenmeye başlar ve nihayetinde istemesek de okuduğumuz kitap sona erer.
Hayaller âleminden gerçeklerin dünyasına dönmenin de ayrı bir zevki vardır. “Gerçekler dünyası” derken bizim kendi klasiklerimizi yani Tabakat’larımızı kast ediyorum. Temel İslam Bilimlerinde sözü olan değerli âlimlerin hayatlarına yer veren çalışmalar. Herhalde akademik hayatın en tat verici yanlarından biri olsa gerek bu türden eserleri okumak. Yer yer tekrara düşseler de araştırdığınız bir âlimin öylesine güzide yanları zikredilir ki bunlar size “dışarıda ilgimi çeken hiçbir şey yok” cümlesini rahatlıkla kurdurabilir.
Söz gelimi Nu’mân b. Sâbit yahut meşhur ismiyle Ebû Hanîfe (150/767) bu âlimlerden biridir. Hür düşünceyi nasslar ile kuvvetlendiren ve talebelerine karşı geniş bir hoşgörü içerisinde olan bu büyük insana dair kayıtları okumak insana derin bir haz vermektedir. Mesela büyük İmam’ın arkadaşlarından biri olan Abdülkerîm Cürcânî şöyle anlatıyor: İmam’ın dersinde iken bir çocuk ona soru sormuş, cevabı aldıktan sonra da “Sanırım hata ediyorsunuz” demişti. Oradakilere hitaben “Böylesi kıymetli bir insana saygı gösterip hürmet etmeniz gerekirken, niçin edebe aykırı hareket ediyorsunuz?” diye çıkışmıştım. Bu sözüm üzerine Ebû Hanife bana dönerek “Onları hallerine bırak. Çünkü onların bana karşı bu türden sözlerini hoş gördüğümden böyle davranmaya alışmışlardır” demişti. Düşünce ve tenkit hürriyeti Müslümanlara verilmiş bir hak olduğu gibi bir görevdir de fikrine sahip olan Ebû Hanife’ye dair Cürcânî’nin mezkûr nakli, bir ders hocasının talebelerine karşı engin hoşgörüye sahip olması gerektiğine dair görev niteliğindedir.
Bu bağlamda Kadı Şerîk’in ifadesi de dikkat çekmektedir. Şöyle ki o, Ebû Hanife’nin, talebelerine cömertçe ikramda bulunduğunu hatta onların aile efradının bile ihtiyaçlarını karşıladığını, eğitimlerini tamamlayan talebelerine “artık zenginliğin en büyüğüne kavuştuklarını müjdelediğini” nakletmiştir. O, “Sizler benim kalbimin sevinci, hüznümün tesellilerisiniz.” diyecek kadar talebelerini taltif etmiştir.
Talebeleri kadar hocalarına da son derece kıymet veren Ebû Hanife hakkında Ebû Yusuf şöyle der: “Ben her namazımda anne babamdan önce hocam Ebû Hanife’ye dua ederim. Çünkü ondan şöyle işitmiştim: Kıldığım her namazdan sonra anne babamla beraber hocam Hammad’a dua ederim. Onun ahlakı çok güzeldi ve o son derece cömertti.” Bize göre Ebû Yusuf’un bu nakli talebenin hocasına karşı vefa borcunu ödemesine yönelik önemli bir tavsiye niteliğindedir.
Kaynakların belirttiğine göre Ebû Yusuf, küçükken fakir ve yetim de olduğu için bir temizlikçinin yanına çırak olarak verilir. O da Ebû Hanife’nin ders verdiği mescide uğrayarak birkaç dersine katıldıktan sonra temizlikçiye uğramaz olur. Bunun üzerine Ebû Yusuf’un annesi Ebû Hanife’ye gelerek “Oğlumun günlük nafakasını çıkarmasına mani oluyorsunuz” diyerek çıkışır. Bunun üzerine İmam “Oğlunun selametini istiyorsan tahsiline mani olma! Çünkü bizim mescidimize devam etmesi onun fıstık yağıyla kavrulmuş paluze yemesine vesile olur” demek suretiyle kadına cevap verir. Rivayet odur ki Ebû Yusuf, Halife Hârun Reşid’in yanında paluzeyi yerken bu hadiseyi ona anlatmıştır.
Hâsılı romanlar güzeldir, bizleri hayal dünyalarında gezdirir, yazarlarının karakter tahlillerini usulca seyrettirir ama gerçeklerin dünyası olan Tabakat eserlerimizin kıymetleri de başkadır. Hakikat âleminden behrelenmek ümidiyle,
Hoş kalın…
10/09/2019