Hz. Peygamber Döneminde Sağlıkçı Kadınlar
İslam öncesi ve Hz. Peygamber dönemlerinde Araplar arasında kurumsallaşmış sağlık hizmetlerinden bahsetmek mümkün değildir. Ancak her toplumda olduğu gibi Arapların da nesilden nesile aktarılmış tıbbî bilgilerle hastaları tedavi ettikleri ve seyahat esnasında diğer kültürlerden öğrendikleri kimi bilgilerle de hastalıklara çare aradıkları anlaşılmaktadır. Kadınların ise toplumdaki diğer sosyal alanlara nazaran sağlık alanında erkeklerden daha ön planda oldukları söylenebilir. Genel olarak kendi evinde tedavi edilen hastalar, yakınları olan kadınların yahut hastanın durumu daha vahim ise bu hususlarda daha mahir olan bir başka kadının yardımıyla iyileştirilmeye çalışılmıştır.
Hz. Peygamber’in zaman zaman kadınlara tedavi tavsiyelerinde bulunduğu aktarılmaktadır. Örneğin kadınların bademcik rahatsızlığı geçiren çocukları geçmişten gelen bir uygulamaya dayanarak parmak ucuna bir bez dolayıp bademcikleri ezmek suretiyle tedavi ederlerdi. Ancak Resulullah, çocukların bu şekilde acı çektiğini belirterek kadınları bunu yapmaktan men etmiş, onun yerine ûd-i hindî kullanmalarını tavsiye etmiştir.
Kadınların tedavi hususundaki maharetlerini daha çok savaş sırasında yaralılara yaptıkları müdahalelerde görmekteyiz. Hz. Peygamber’le birlikte yedi savaşa katılan Ümmü Atiyye askerlerin yemeklerini yapmış, hayvanları sulamış, hastaları gözetim altında tutarak yaralıların tedavisiyle meşgul olmuştur. Ümmü Umare, Uhud Savaşı’na yaralılar için hazırladığı sargı bezlerini koyduğu bir çanta ile katılmıştı. Onların yaptıkları bu faaliyetleri askerî sağlık hizmetleri adı altında değerlendirebiliriz.
Kadınların öğrenerek veya ilerleyen yaşlarının getirdiği tecrübeleri paylaşarak doğum esnasında vazife yaptıkları ve kadın doğum hastalıklarıyla ilgili olarak diğer kadınlara yardımcı oldukları anlaşılmaktadır. Bazı kadınların ise bu alanda daha ön plana çıktığı ve ashabtan birçok kişinin ebeliğini yaptıkları görülmektedir. Bu isimlerden biri Hz. Peygamber’in mevlası Selma’dır. Selma bir çocuğun doğumuna gitmeden önce ebelik için gereksinim duyacağı malzemeleri hazırlardı. Birçok kişiye ebelik yapmasıyla tanınan Selma, Hz. Fatıma’nın doğumunda da ebelik yapmış, hatta Fatıma’nın vefat hastalığı sırasında dahi yanında bulunmuştur.
Habeşistan hicretine katılarak bu ülkede çeşitli konularda farklı bilgiler edinen sahabe kadınlar da her alanda öğrendikleri yeni bilgileri Medine’ye döndükten sonra uygulamışlardır. Nitekim Esma bint. Umeys Habeşistan’da öğrendiği bazı bilgileri hastalıkların tedavisi esnasında kullanmıştır. Yine bu ülkede gördüğü bir bilgiye dayanarak cenazelerin sedyeyle taşınması fikrini ilk defa Müslümanlara tavsiye eden odur. Hz. Peygamber vefat hastalığına yakalanıp kendinden geçtiği bir sırada kendisine Esma bint. Umeys’in hazırladığı bir ilaç içirilmiştir.
İhtiyaç anında sağlık alanında tecrübe sahibi herhangi bir kadının yardımı alınabildiği gibi Medine’de hususi olarak bu işle iştigal eden kadınlar da bulunmaktaydı. Ku`aybe ve Rufeyde kardeşler, Resulullah’ın hicreti sırasında ona yardımcı olan ve bu vesileyle İslâm’la tanışan Eslem kabilesine mensuptu. Dolayısıyla iki kız kardeşin bu sırada Müslüman olduklarını söyleyebiliriz. Babaları Sa’d b. Utbe de insanlara ve muhtaçlara yaptığı yardımlarla tanınmaktaydı.
Rufeyde bint. Sa’d hayatını tamamen sağlık hizmetlerine adamıştır. Bütün vaktini mescitte hastalara hizmetle geçirdiği anlaşılan Rufeyde’nin kendisini bu işe hasrettiği görülmektedir. Rufeyde bt. Sa’d’ı sağlık hizmetleriyle meşgul olan diğer kadınlardan farklı kılan özelliği bu işi adeta bir meslek haline getirmesi ve sağlık söz konusu olduğunda başvurulacak biri olarak toplumda ilk akla gelen kimse olmasıdır. Nitekim Sa’d b. Mu’az Hendek muharebesi esnasında bir okla kolundaki damardan yaralandığında Resulullah yaralının Rufeyde’nin çadırına taşınmasını ve onun gözetimi altında tedavi edilmesini istemiştir. Tedavi için Resulullah’ın aklına gelen ilk kimsenin Rufeyde olması onun bu konudaki yetkinliğinin bir göstergesidir. Rufeyde bu savaş esnasında yaralıları tedavi etmiş, Müslümanlardan sıkıntıya düşmüş olanların yardımına koşmuştur.
Onun hakkındaki benzer rivayetler kardeşi Ku`aybe için de geçerli olup, her ikisinin de sıhhiye konusunda bilgili ve güvenilir kadınlar oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim nihayetinde ağır yaralı olan Sa’d b. Mu’az’ın vefatına kadar yaklaşık bir ay mescitte kurulan Rufeyde’nin çadırında yatılı tedavi görmesi, hastalara burada daha profesyonel bakıldığını doğrulamaktadır. Dolayısıyla Rufeyde’nin dönemin şartlarına uygun olarak sağlık teçhizatı ve ilaçlara sahip olduğunu, bu malzemelerin bazılarını da kendisinin bilgi ve becerisiyle imal ettiğini tahmin etmek mümkündür.
Resulullah’ın bu çadırla ilgili olarak “Sa’d’ı, Rufeyde’nin mescitteki çadırına koyun ki onu yakından ziyaret edeyim.” demesi çadırın burada daimi olarak yer aldığına işaret edebilir. Öyle olmasa bile diğer vakitlere nazaran savaş gibi acil durum anlarında bu çadırda daha aktif bir şekilde hizmet verildiği anlaşılmaktadır. Rufeyde’nin çadırında ağır hasta veya yaralılar iyileşinceye yahut kendisinden ümit kesilinceye dek burada gözetim altında tutuluyor daha sonra ailesinin yanına taşınıyordu. Sa’d b. Mu’az bu çadırda bir ay tedavi gördükten sonra tedaviye cevap vermediği anlaşıldığında ailesinin yanına nakledilerek yakınlarının yanında vefat etmesi temin edilmiştir. Resulullah, Rufeyde’nin bu çadırda verdiği sağlık hizmetleri esnasında Sa’d b. Mu’az’ı sık sık ziyaret etmiş, uğradığı her vakitte “Nasıl sabahladın?” , “Nasıl geceledin?” diye sorarak ahvalini takip etmiştir. Resulullah’ın bu tedavi sırasında kendi yöntemleriyle Sa’d b. Mu’az’ın yarasını dağladığına dair rivayetler de bulunmaktadır. Dolayısıyla Rufeyde’nin bu işlem sırasında Resulullah’a yardımcı olduğunu ve onun rehberliğinden istifade ettiğini düşünebiliriz. Nitekim bazı rivayetlerde Rufeyde’nin, Sa’d b. Mu’az’ın yarasını dağlama işlemini Resulullah’ın isteği üzerine bizzat kendisinin yaptığı aktarılmaktadır.
Rufeyde’nin kızkardeşi Ku`aybe bint. Sa’d’ın ise zayıf düşmüş ve bakıma muhtaç insanları koruyup gözettiği, mescidin temizlik ve düzeniyle ilgilenmesinin yanı sıra kaybolan veya unutulan eşyaları muhafaza ederek daha sonra sahiplerine teslim ettiği rivayet edilmektedir. Dolayısıyla bu hanımların zamanlarının büyük bir kısmını mescitte geçiriyor ve sağlık hizmetlerini burada bulunan çadırlarında yürütüyorlardı. Nitekim İbn Sa’d, Ku`aybe’nin Mescid-i Nebevi’de kaldığını ve burada hasta ve yaralıları tedavi ettiği bir çadırı olduğunu belirtmiştir.
Resulullah’ın emri ve izniyle kurulduğu anlaşılan Rufeyde ve Ku`aybe kardeşlerin sağlık çadırıyla ilgili olarak Ahmed İsa Bey, İslâm tarihinde Hz. Peygamber’in emriyle kurulan “ilk seyyar savaş hastanesi”nin bu çadır olduğu fikrini öne sürmüştür. Kasım Muhammed ve Terzioğlu da Ahmed İsa Bey’in bu görüşüne katılmaktadır. Ancak Levent Öztürk adı geçen müelliflerin bu çadırı hastane olarak nitelendirmelerine katılmamakla beraber Rüfeyde’nin faaliyetlerinin merkezi olan bu çadırın Medine toplumunun imkanları ve günün tabii şartları içerisinde folklorik tıbbın bir parçası olarak kurulduğunu ifade etmiştir. Nitekim dönemin şartları düşünüldüğünde bu değerlendirme tarihî gerçekliğe daha uygun bir yaklaşımdır.
Sonuç olarak Rufeyde’nin sağlık hizmetlerini bir çadır kurarak yürütmesi kimi müellifler tarafından bu alanda gerçekleştirilen ilk kurumsallaşma olarak değerlendirilmiş, bu alanda hizmet veren diğer bazı sahabe hanımlar bulunmakla beraber Rufeyde sürekli hizmeti ve adanmışlığı nedeniyle Müslümanların ilk hemşiresi olarak kabul edilmiştir. Onun bu gayretleri günümüzde de yankı bulmuş ve her yıl onuruna Bahreyn Üniversitesi ile birlikte İngiltere’de bulunan bir cerrahi eğitim merkezinde Rufeyde Hemşirelik Ödülleri verilmeye devam edilmektedir.
15/07/2021