Mor Cepken’den Müslüman Kadının Tarihi’ne…
O zaman akan su dururdu. İnek sağan, yün eğiren, kilim dokuyan eller dururdu. Yaşlı masal anaları, doğum ebeleri, işlerini güçlerini bırakarak mor cepken giymek zorunda kalan kadının çevresini alırlardı. O arada çevrede düğün, davul, eğlence varsa hepsi susardı.
Çünkü evli kadının mor cepken giymesi ölüm gibi bir şeydi.
Yukarıdaki ifadeler Osman Şahin’in Mor Cepken isimli kitabından… Şahin, insanların zihninde sarsıntıya yol açan, hayatın işleyişini durduran bir olgudan bahsediyor: MOR CEPKEN. Mor cepken, hiç kullanılmaması temenni edilerek Yörük kadınının çeyizinin en altına konulurmuş eskiden. Cepkenin bulunduğu yerden çıkarılması ve giyilmesi ise kadının kocasından zulüm gördüğünün, ihanete uğradığının ilanı sayılırmış. Bir kadının ağır bir had aşımı olmaksızın mor cepkenini sandığından çıkarmayacağı bilindiği için, toplum kadının yanında olurmuş. Öyle ki eşinin mor cepken giymesine sebep olan kişi, maddi-manevi tecrit ile karşı karşıya bırakılırmış. Toplumun, kadına uygulanması muhtemel şiddete karşı kurduğu bu set, sonuç da verirmiş.
Dolayısıyla mor cepken, salt bir giysiden ibaret değildir; kadının hak savunusudur. Onu koruyan bir töredir. Görülen kötü muameleye başkaldırıdır. Kelimeleri gizli bir çığlıktır. Aynı zamanda toplumun zulme karşı birliğidir. Kamu vicdanının ete kemiğe bürünmesidir. Saygın tavrın yitirilişinin insanlık için ibret kılınmasıdır.
Kültürümüzde var olan bu uygulama, bilinenin aksine kadının tarihte gizli özne olmadığının da bir kanıtıdır. Hem bu kültürel değerimizi hatırlatmak hem de kadının tarihte gizli özne olarak kalmadığının bir diğer dışa vurumu olarak yeni çıkan bir eseri dikkatinize sunmak istedim bu yazıda. Sözünü ettiğim eser, Tarihte Müslüman Kadın, Coğrafyada Müslüman Kadın, Düşüncede Müslüman Kadın, İlimde Müslüman Kadın ve Siyasette Müslüman Kadın başlıklarına sahip beş ciltten oluşan MÜSLÜMAN KADININ TARİHİ. İyi bir işbirliği ile bir yıla yakın bir zaman dilimi içerisinde, farklı alanlardan farklı düşünce ve ideolojilere sahip kırka yakın uzman kadın akademisyenin, kendi tarihini yazması; bunu yaparken literatürü oluşturan mevcut birikimle, objektiviteden ödün vermeden yüzleşmesi; kadının, belli başlı birkaç alan içerisinde mevzu edilmesini aşarak çok yönlü bir şekilde ele alınması bu eseri diğerlerinden farklı kılıyor. Bahsettiğim farklılık, bu esere “dünyada bir ilk” olma özelliğini veren bir farklılık.
Kadının; a) tarihin her evresinde, her alanda, her düşünsel faaliyette etkin bir biçimde rol aldığına; b) eyleminin gücünü, sözünün etkisinden; sözünün etkisini, düşüncesinin derinliğinden; düşüncesinin derinliğini ise yaratılış kodundan alarak varoluş gerekçesini var etmek için donanımını yetkin bir şekilde kullandığına; c) ayrılmaya, bölünmeye değil; karşı cinsiyle bir bütün olup gelişim odaklı ilerleme yatkınlığına bu eser dolayısıyla şahit olacaksınız. Yine bu eserin, kadın hakkında üretilmiş literatürü yok saymadığını; fakat ona reddiye amacı da taşımadığını göreceksiniz. Zira bu eser, dil-akıl-ahlâk temelli bir yorumlama faaliyeti ve kadın konusunda farklı bir paradigma sağlayacak örtük ya da açık varoluşsal sorular vasıtasıyla yeni bir anlamlandırma imkanı amaçlamaktadır. Bu bakımdan kimi metinlerin, tarihî; kimi metinlerin inşaî, kimilerinin ise düşünsel içerikli olduğunu göreceksiniz.
Elbette ki her ilmî faaliyet gibi bu eser de eleştiri, katkı ve değerlendirmelerinize açıktır. O halde, kadın hakkında farkındalık yaratmaya aday bu eseri okuyun, okutun derim…
Dr. Tuğba GÜNAL
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Kelam Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi,
t_gunal@hotmail.com