İblis Üzerinden Sîret ve Nüzul Okumaları (III)
Bir önceki yazımızda İblis’in kendisini Hz. Âdem’den üstün görmesi ile Mekkeli elitenin kendilerini Hz. Peygamber’den üstün görmeleri arasında Kaynağımın irtibat kurduğuna değinmiştim. Bu vesile ile ayetlerin, nazil olduğu ortama aslında bir cevap da verdiğine işaret etmiştik. Burada şöyle bir sorunun sorulması gerekir: Ateşten yaratılmak ya da zengin olmak hangi sebepten ötürü üstünlük vesilesi olabilirdi?
Kur’ân’dan hayata olduğu kadar hayattan da Kur’ân’a bakan Kaynağıma göre İblis’in vesveselerine maruz kalan Mekkeli elitenin söz konusu üstünlük iddialarının kaynağı şu şekildedir: Size bir üstünlük verilmiş ise diğer bir ifade ile siz şayet başkalarından üstünseniz bu sizde mevcut olan bazı hususiyetler nedeniyledir. Sizin, sizden kaynaklanan özel bir yönünüz olmalıdır ki bu sayede başkalarından üstün olabileceksinizdir. Bu öncülden hareketle Mekkeliler, zenginliklerine, kendilerinden kaynaklanan bazı özellikleri nedeniyle ulaştıklarını düşünmüşlerdir. Buna mukabil, siz, şayet başkalarından daha fakirseniz ya da başınızdan felaket eksik olmuyorsa bu, sizin Allah nezdinde itibarınızın olmadığı anlamına gelmektedir. Siz, muhakkak bir yerlerde hata yapmış olmalısınız ki yetim-öksüz ve ebter bırakılmakla cezalandırılmaktasınız. Nitekim siz birisine bol miktarda ikramda bulunuyorsanız ikramda bulunan kişi, bunu hak etmiş olmalıdır. Herhangi bir gerekçe yokken böyle bir davranış sergilemezsiniz. Benzer şekilde birisinin imkânını daraltıyor ya da sevdiklerinin canını teker teker alıyorsanız, bu kişi, böyle davranılmayı hak etmiş olmalıdır. Ya da söz konusu kişi sizin düşmanınız olmalıdır. Bu düşüncelerinden hareketle Mekkeli elite, kendi zenginliklerinin Allah nezdindeki itibarlarından kaynaklanmış olduğu savına varır. Yine bu savları, onların kendilerini Hz. Peygamberden üstün olduğu kanaatlerine götürür. Çünkü kendileri zengindir; Hz. Peygamber ise fakir ve ebterdir. Bu durumda O’nun peygamberlik iddiası –onlara göre- geçersizdir.
Kaynağıma göreyse Allah, dilediğini dilediği şekilde imtihan etme hakkına sahiptir. Kulun herhangi bir yapıp etmesi olmaksızın Allah kimini türlü nimetlere kimini de türlü sıkıntılara maruz bırakabilir. Hz. Süleyman ile Hz. Eyyub konuya dair en bariz iki örnektir. Nitekim her ikisi de peygamber olmalarına rağmen biri, türlü zenginliklere nail olmuş, emrine rüzgârlar ve cinler tahsis edilmiştir. Öyle ki Belkıs’ın dillere destan tahtı, onca uzak mesafeye rağmen bir göz kırpmalık zaman diliminde Hz. Süleyman’ın yanına getirilmiştir. Buna mukabil Hz. Eyyub türlü belalara maruz kalmıştır. Mekkeli elitenin anlayışından hareket edilecek olursa Hz. Süleyman, hak ettiği için kendisine nimetler bahşedilmiş; Hz. Eyyub da bir suç işlediği için türlü şeytan belalar ile muzdarib olmuştur. Hâlbuki Hz. Süleyman ile Hz. Eyyub’un ortak noktası ise her ikisinin peygamber olmalarıdır.
Bu verilerden hareketle kaynağım, kişinin salt zenginliği, onun Allah nezdinde itibarlı; kişinin başından türlü belaların eksik olmayışı ise, onun, Allah nezdinde kötü kul olduğu anlamına gelmediğini belirtmektedir. Bu durumda Mekkeli elitenin iddiaları asılsız hale dönüşmüş olmaktadır.
Bu arada Mekkeli elitenin söz konusu iddialarını günümüzde de savunanların varlığı ayrıca dikkat çekmektedir. Hani “Başına bir bela gelmişse sen bunu kesin hak etmişsindir”, diyorlar ya!…
30/05/2018