Karınca Kanatlanınca
“Karınca kanatlanınca zevâlini bulur” diye bir atasözü vardır. Kısa sürede elde edilen gücün verdiği şuursuz özgüvenin şımarıklığıyla, dilini ve fiilini tutamayıp belasını arayıp bulanlar için söylenir.
Heccav şairler hicvin cazibesine bir kere kapıldılar mı artık ondan ölüm korkusu karşısında bile vazgeçemezler. Çünkü şiirin halk arasında en çok yankı bulduğu tür hicivdir. Günceli yakalar, konu edindiği olay bir anda dillere pelesenk olur ve algı oluşturmada bir numaralı etkiye sahiptir. Ona ancak kendisine denk bir misillemeyle karşılık vererek karşı koyabilirsiniz, ya da o dili koparıp atarsınız.
Ka’b b. el-Eşref Medineli şair bir Yahudi’ydi. Babası Arap, annesi Yahudi olduğundan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından sevilip sayılırdı. Zengindi. Yakışıklıydı. Delikanlıydı. Her daim misk kokar, ter ü taze gezinirdi.
Medineli münafıklar ve Yahudiler hicivleriyle nifak tohumları ekerek Resulullah ve ashabını yıpratmaya ve taraftar toplamaya çalışıyorlardı. Buna karşılık önceleri Allahu Teâla “Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu yapacağınız en değerli iştir.” davranışını tavsiye ediyordu. Ancak Resulullah ve ashabı, Ka’b b. el-Eşref’i defalarca uyarmalarına rağmen hicivli şiirlerine devam etti. Nihayet Bedir savaşında Mekkeli müşriklerden yetmiş kişinin öldürüldüğünü duyan Ka’b, davranış ve sözlerindeki saldırganlığı ayyuka çıkardı. Öldürülen ahbaplarına ağlamak ve intikam için şiirleriyle müşrikleri galeyana getirmek için kalkıp Mekke’ye gitti. Şehre vardığında söylediği mersiye şöyle başlar:
“Bedir değirmeni kendi sahiplerini öğüttü
Bedir gibi olaylara kılıç çıkarılır ve gözyaşı dökülür
Şerefleri uğruna insanların şereflileri öldürüldü
Garipsemeyin bunu; zira krallar da yere serilir…”
Buna karşılık Resulullah’ın şairi Hassân b. Sâbit karşı hicivleriyle, Ka’b’ın Mekke’de misafir olduğu bütün ev sahiplerini birer birer hicvetmeye başladı. “Teşrih-i rezâile, teşhir-i erazil”e tahammülü kalmayan ev sahipleri, Ka’b b. el-Eşref’e sırasıyla kapıyı göstermek mecburiyetinde kaldılar. Nihayet Ka’b içinde bir korkuyla Medine’ye dönmek zorunda kaldı.
Resulullah onun Medine’ye döndüğünü duyunca “Allah’ım kötülüğün tellalı bu heccavı sana havale ediyorum” diyerek ashabına “Onu kim öldürecek?” diye sordu. Muhammed b. Mesleme bu görevi üstlendi. Ancak bu işi nasıl kotaracağını düşünmekten bir iki gün yemeden içmeden kesildi. Resulullah onu yanına çağırıp tereddütünü göstereceği çabayla yenmesini ve Sa’d b. Muaz’a danışmasını salık verdi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Abbâd b. Bişr, Ebû Nâile Silkân b. Selâme, el-Hâris b. Evs ve Ebû Abs b. Cebr bir araya gelip plan yaptılar. Planları tamamen hile ve aldatmacaya dayalıydı. Bundan dolayı Ka’b’ı tuzağa düşürmek için gerektiğinde yalan söyleyebilmek adına Resulullah’tan izin istediler.
Muhammed b. Mesleme ve Ebû Nâile, Ka’b b. el-Eşref’in sütkardeşleriydi. Buna rağmen suçunun büyüklüğünü bilen Ka’b, Ebû Nâile kapısına geldiğinde ondan bile şüphelendi. Bir saat kadar oturup karşılıklı şiirler okuduktan sonra rahatlayan Ka’b’a Ebû Nâile, “Muhammed’in Medine’ye gelişi bizim için bir beladır, Araplar bizimle savaştı ve aynı yaydan bize ok attılar. Yollar bizim için parçalandı, ticaretimiz dara düştü, çoluk çocuk perişanız. Yiyecek ekmeğimiz yok, Muhammed bizden sadaka almaya başladı” diye anlatmaya başlayınca Ka’b aynı fikirde olduklarına o kadar sevindi ki Ebû Nâile’ye ve arkadaşlarına rehin karşılığı yiyecek ve hurma vermeye razı oldu. En kısa zamanda buluşmak üzere anlaştılar.
Yiyecek karşılığında silahlarını rehin bırakmak üzere, kendi ve arkadaşları adına Ka’b b. el-Eşref’le anlaşan Ebû Nâile, böylece diğerleriyle onun yanına geldiklerinde silahlı olmalarından dolayı şüphe çekmeyeceklerini düşünmüştü. Onun bu teklifine Ka’b “Doğrusu silahta vefa vardır” diye cevap verdi. Hâlbuki bu silahlar sütkardeşleri eliyle onun sonu olacaktı.
Ebû Nâile arkadaşlarını da yanına alarak Resulullah’a durumu haber verdi. Akşam olduğunda Baki mezarlığına kadar onlarla birlikte yürüyen Resulullah onları “Allah’ın bereketi ve yardımıyla gidin” diyerek uğurladı.
Ka’b’ın kalesine vardıklarında Ebû Nâile ona seslendi. Yeni damat olan Ka’b’ın hanımı “Nereye gidiyorsun. Sen savaşçı bir adamsın. Bu saatte dışarı çıkman doğru değil.” demesine rağmen Ka’b gelenin sütkardeşi olduğunu söyleyip övünerek, “Bir delikanlı bir kavga için bile çağırılsa cevap verir” diyerek aşağı indi. Bir müddet Ka’b’ı lafa tutup rahatlatan arkadaşlar, sohbete Şercü’l-Acûz’da devam etmeyi teklif ettiler. Ka’b bu teklifi kabul edip evden ayrıldı.
Övülmeyi sevenler en çok, yermeyi sevenler arasından çıkar. Ka’b, her zaman su ve amber ile seyreltilen bir miski kıvırcık saçlarına ve şakaklarına sürerdi.Yürümeye başladıkları sırada bir ara Ebû Nâile, Ka’b’ın saçlarından tutarak “Yahu, ey Ebu’l- Eşref! Senin bu kokun ne kadar güzel!” diyerek onu taltif etti. Bir müddet daha ona güven verinceye kadar yürüdükten sonra Ebû Nâile elini tekrar onun saçlarına attı ve hızla çekerek arkadaşlarına “Allah’ın düşmanını öldürün” diye bağırdı. Hep birlikte kılıçlarıyla ona vurmaya başladılar, ancak birbirlerini ittikleri için bir şey yapamadıkları bir sırada Ka’b, Ebû Nâile’ye yapıştı. O sırada Muhammed b. Mesleme kılıcına iliştirdiği ince bir demir çubuğunu alarak Ka’b’ın karnını yardı. Ka’b öyle bir haykırdı ki Yahudi olan İbn Süneyne olay yerine üç mil mesafeden “Yesrib’te akıtılan bir kan kokusu alıyorum” demiştir.
Nihayet Ka’b’ın kafasını kesip yanlarına alan beş arkadaş, nöbetçi Yahudilerden çekinerek hızla koşmaya başladılar. Yaklaşan tekbir seslerini duyan Resulullah Mescid’in kapısında onları bekliyordu. Ka’b’ın başını getirip onun önüne attıklarında Resulullah “Gazanız mübarek olsun” dedi.
Bundan sonra bazı Yahudiler bu suikastın sebebini sormak için Resulullah’ın yanına geldiler. Resulullah onları, “Eğer kendi fikrinde olan diğer insanlar gibi rahat dursaydı suikasta uğramazdı. Fakat adamınız bizi şiirleriyle hicvedip eziyet etmiştir. Sizden birisi bunu yaptığı takdirde onun sonu da kılıç olacaktır” diyerek yolladı. Bundan sonra Yahudilerden hiçbiri geceleri dışarı çıkamadı ve aleni olarak Resulullah’ı veya ashabını hicveden söz veya şiirler söyleyemediler.
Böylesi bir söz sanatı ya söyleyeni ya da söyleteni öldürür. Bizim oralardaysa bir söz vardır: “Ölme öldür, ucu ortası bulunur.” Abbâd b. Bişr, bu olayı anlattığı şiirini şu mısralarla bitirir;
“Alçağı öldürdük; tıpkı puta kesilen kurban gibi.
Kerim insanlar götürdü onun kellesini…
Sıdkın ve iyiliğin zirvesinde olanlar…
Bize Allah yardım etti.”
01/04/2018