Müslümanlar Neden Habeşistan’a Hicret ettiler?
Velîd Fikrî
(Çev: Asım Sarıkaya)
Hz. Peygamber’in Mekke dönemindeki davetinin en önemli merhalelerinden biri nübüvvetin 5. yılında gerçekleşen Habeşistan hicretidir. Yeni müslüman olanlar Kureyş liderlerinden oluşan bir topluluğun eziyetlerine maruz kaldıktan diğer bir deyişle her kabile müslüman olan mensuplarına eziyet etmelerinden sonra Hz. Peygamber müslümanlara “Orada yanındakilere zulmedilmeyen bir melik” var diyerek Habeşistan’a hicret etmelerini istedi.
Seksen üçü erkek, on yedisi kadından oluşan aralarında Zübeyr b. Avvâm, Osman b. Affân, eşi Hz. Peygamber’in kızı Rukayye, Mus’ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Ca’fer b. Ebî Tâlib ve diğerleri gibi sahabîlerin ileri gelenleri bulunan bir toplulukla hicret bilfiil başladı. Bu topluluğun dönüşü ise farklı zamanlarda olmuştur. Kimisi Osman b. Affan, eşi Rukayye, Zübeyr ve Mus’ab b. Umeyr gibi erkenden dönmüştür. Onların nübüvvetin onunca yılındaki Medine/Yesrib’e hicretten sonra meydana gelen olaylarda yer almaları bunu doğrulamaktadır. Kimisi de dönüşünü hicretin yedinci senesine kadar geciktirmiştir. Dolayısıyla Habeşistan’a hicret yaklaşık on iki sene devam etmiştir.
Neden Habeşistan?
Burada asıl soru, niçin başka bir ülkeye değil de Habeşistan olduğudur. Aslında Muhammedî davetinin tarihini “cebrî” okuma bu sorgulamayı, soruşturmayı göz ardı etmektedir. Zira bu sorunun cevabı âşikardır: Hz. Peygamber “ilahi olarak gönderilmiştir”. Ancak pozitivist okumayla cebrî anlayış yerini tarihî olayların satır arasını okumaya terk etmiştir.
Habeşistan, Arap yarımadasının içindeki ve haricindeki ülkelerle kıyaslandığı zaman tek seçenek olmasa da en doğru seçenekti.
Öncelikle hicretin Habeşistan, Sasani ya da Bizans nüfuzu altındaki bir bölge dışında Arap yarımadasının herhangi bir bölgesine gerçekleşmesi güvenilir değildi. Çünkü bu bölgedeki aile, kabile ve devletlerin ilâf anlaşmaları dolayısıyla Kureyş ile irtibatları vardı. Dolayısıyla Mekke liderlerinin düşmanlıklarına kapılarını açmaları menfaatlerine olmazdı. Öte yandan şayet Kureyşliler hicret edenlerin kendilerine teslim edilmesini talep ederse, onların bu talebi hemen karşılık bulacaktı.
Yine Bizans veya Sasani topraklarına hicret etmeleri mümkün değildi. Hîre ve Gassâni devletleri, bu iki büyük devlet için “sınır muhafızı” görevini yürütüyordu. Dolayısıyla Bizans veya Sasanî topraklarına giden herhangi biri gideceği yere göre ilk olarak Hîre ya da Gassânî melikinin onayını alması gerekiyordu. İlâfların Gassânî ve Hîre devletleriyle Kureyş arasında münasebet sağladığını da bilmemiz gerekmektedir. Bunun yanı sıra Bizans, Hristiyan mezhepleri arasındaki dinî savaşlardan dolayı sıkıntı yaşıyordu ve Yahudiler, Bizans yönetiminin baskı ve zulmü altındaydı. Dolayısıyla müslümanların hicreti için güvenli bir bölge değildi.
Diğer taraftan Habeşistan diğer adıyla Memleketü Uksûm, eşsiz bir ortamı temsil etmekteydi. Hristiyan bir devlet olmasına karşın Bizans’a tabi değildi. Hatta Bizans’ın baskı yaptığı Kıptî Ortodoks mezhebini benimsemişlerdi.
Habeşistan’ın Kureyşle de bir ittifakı yoktu. Aksine onların Kureyş ve Arap yarımadasıyla ilişkisi, Arapların Habeşlileri işgal ettikleri Yemen’den atmayı başarmaları ve Ebrehe komutasındaki Habeş ordusunun Mekke saldırısının bozguna uğraması neticesinde de zayıflamıştı.
Ayrıca Habeşistan’a ulaşmak için Kureyş halîflerinin yurtları boyunca uzanan yolları takip etmekle tehlikeye atılmaya gerek oldu. Tek yapılması gereken Kızıldeniz’in Cidde ve Yenbu’ gibi limanlarından birine ulaşmak ve sonra gemiyle denizi geçmekti.
Hz. Peygamber’in Habeşistan meliki adalet sahibi sözüne gelince, Allah resulü bu bölge hakkında bilgi sahibiydi. O gençliğinde ticaretle iştigal etmiş, seyahat etmiş, tâcirlerle karşılamış ve şu ya da bu ülkeler hakkında bilgisi olmuştu. Dolayısıyla Habeşistan melikinin adalet sahibi olduğu haberinin o’na ulaşması, Habeşistan’ın müslümanların hicreti için tercihinde etkili olmuştur.