Nefse Yemin Olsun ki…
Yemin (kasem) ifadelerinin, özellikle İslam öncesi Arap toplumunda yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu sebeple yemin, Arap dilinin önemli unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şifahî kültüre dayalı bir toplumda, yeminin temel bir rol üstlenmesi doğaldır. Zira herhangi bir yazılı kaydın olmadığı yerde sözün ispatlanması ancak üç yolla mümkündür: a) Hakem, b) Şahit ve c) Yemin. Bu doğrultuda, sözün gücünü, geçerliliğini ve güvenirliğini sağlama; bu sayede söz hakkındaki şüpheleri ortadan kaldırma yollarından biri olarak yeminin, Arap dilinde te’kîd işlevi üstlendiği ve muhatabı ikna etmek için bir belge niteliği taşıdığı söylenebilir. Mütekellim nezdinde yüce olan bir varlığa yeminin (ta‘zîm), söze güç katmak amacıyla, Arap dilinde edebî bir üslup olarak kullanıldığı da söylenebilir.
Vahyedildiği toplumun dilini kullanmasının tabiî bir sonucu olarak Kur’ân-ı Kerîm’de de pek çok yemin ifadesi bulunmaktadır. Yemin ifadeleri hem Allah’ın zatı hem de güneş, ay, nefs, kalem, kıyamet günü, gece, gökyüzü gibi yaratılmış varlıklar için kullanılmaktadır. Dolayısıyla yalnızca kutsal addedilen varlık veya nesnelere yemin edilmediği görülmektedir. Bu doğrultuda, a) söz konusu varlıkların bir ‘gerçekliğe’ tekabül ettiği, b) yeminin bir tür ‘şahit gösterme’ olarak kullanıldığı, c) ‘istidlâl’ yoluyla yemin edilen varlığın ‘yaratıcısına’ işarette bulunulduğu ve d) bu yolla muhatapta bir tefekkür sürecinin amaçlandığı söylenebilir. Bir başka ifadeyle tekvînî ayetler delil gösterilerek; teklîfî ayetler ve delâletleri te’yît edilmektedir. Bu bakımdan Arap toplumundaki insanların yemini kullanma gerekçesinin (te’kîd ve ta‘zîm), Allah’ın hitabında yemini kullanmasının gerekçesi için söz konusu edilemeyeceği açıktır. Bu konuda, İbn Kayyım el-Cevziyye’nin et-Tibyân fî Aksâmi’l Kur’ân adlı eseri, Kur’ân’da kullanılan yeminlerin gerekçe, amaç ve anlamları üzerine müstakil olarak telif edilmiş yegâne klasik eser olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte, müfessirler tarafından da konunun özel olarak ele alındığı görülmekte; ayrıca konu, tefsir usûlünde “Aksâmu’l Kur’ân” başlığı altında da incelenmektedir.
Kur’an’da nefs’e iki yerde yemin edilmektedir: Şems suresi 91/7, Kıyâmet suresi 75/2. Şems suresinin 7. ayetinde doğrudan nefse (ve nefsin); Kıyâmet suresinin 2. ayetinde ise nitelik yüklenmiş nefse (bi’n-nefsi’l levvâme) yemin söz konusudur. Ayetlerin bağlamlarına bakıldığında, Şems suresinde nefs konu edilmeden önce sırasıyla; güneş, ay, gündüz, gece, gökyüzü ve yeryüzüne yemin edilmektedir. Yemin vasıtasıyla işaret edilen unsurların, gerçekte insanın da içinde bulunduğu varlık âlemini özetler mahiyette oluşu dikkat çekicidir. Bu doğrultuda, gökyüzü-yeryüzü ve gündüz/güneş-gece/ay ikililerine vurguyu, bu ikililerin kapsadığı tüm varlıklara vurgu olarak değerlendirmek; buna göre, ayetlerde, öncelikle insanı kuşatan âleme, sonrasında ise insana dikkat çekildiğini söylemek mümkündür. Bir başka açıdan, Kur’ân’da aydınlığın, iyilik; karanlığın ise kötülük ile betimlendiği düşünüldüğünde, söz konusu ikili eşleştirmelerin iyilik ve kötülük için birer metafor olarak kullanıldığı; sonrasında ise insanın iyiyi ve kötüyü yapabilme potansiyeline (fe-elhemehâ fücûrahâ ve takvâhâ) işaret edildiği de söylenebilir.
Kıyamet suresinde ise ilk ayette kıyamet gününe; ikinci ayette ise kendini kınayan insana (en-nefsü’l levvâme) yemin edilmektedir. Takip eden ayetler ise kendini söz konusu duruma düşüren insanın kıyamet günü neler yaşayacağını beyan niteliğindedir. Buna göre, Kur’ân-ı Kerîm’de nefs-i levvâme, literatürdeki kullanım ve konumunun aksine, insanın (nefs) telafi etme imkânı bulunmayan pişmanlığının tezahürü olarak kıyamet günüyle ilişkili bir biçimde kullanılmaktadır. Bir başka ifadeyle levvâme, nefsin özsel niteliğine ilişkin genel bir ilke veya nefsin arınma aşamalarından biri değil, insanın karşılaştığı olay veya durumlardaki tercihinin sonucunda yükleneceği vasfı ifade etmektedir. Buradan hareketle, Kur’ân’da nefse yeminin, tüm yapı, yeti ve potansiyelleriyle dakîk bir ayarda yaratılan (takdîr-tesviye–ahseni takvîm) insan varlığına yemin olduğu; bu yeminin ise insanın kendisi ve kendisinin delâlet ettiği yaratıcısı hakkında akletme sürecinin başlatılmasına vasıta kılındığı söylenebilir.
Dr. Tuğba GÜNAL
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Kelam Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi,
t_gunal@hotmail.com
20/10/2021