Prof. Dr. Adnan Demircan ile Bedevi kitabı ve ülkemizdeki Siyer çalışmalarına dair bir ropörtaj gerçekleştirdik.
S.A.Ö.T: Prof. Dr. Adnan Demircan’ı kendi dilinde tanımak istiyoruz. Okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz?
Prof. Dr. Demircan: Mardin’in Ömerli ilçesinde 1 Temmuz 1964’de yılında doğdum. İlkokul ve ortaokulu Ömerli’de, Liseyi Mardin Ziraat Lisesinde okudum. 1982’de Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine girdim ve 1987 yılında mezun oldum. Okuduğum fakülte İslami İlimlerden İlahiyat’a çevirildi ve ilk mezunları biz olduk. 1987 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “İslam Tarihi Ve Uygarlığı” Anabilim Dalında yüksek lisansa başladım. 1989 yılında yüksek lisansı tamamladım. 1993 yılında doktora tezimi teslim ettim. 1996 yılında doçent oldum. 1982 yılından 1992 yılına kadar Ziraat teknisyeni olarak çalışmıştım. 1992’den 2012 yılına kadar Harran’da çalıştım. 2003 yılında profesör oldum. 2012 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde çalışıyorum.
S.A.Ö.T: Siyer Kitaplığından Bedevî adlı bir kitabınız çıktı ve okurları tarafından ilgiyle karşılandı. Burada gördük ki bedevîlik aynı zamanda bir zihniyet. Bedevi zihniyetinin İslam tarihi boyunca olaylara etkinliği hakkında neler söylersiniz?
Prof. Dr. Demircan: Bedevilik, Hz. Muhammed’in İslam’ı tebliğ ettiğinde karşı karşıya kaldığı ve Arap toplumunun yapısında derin etkileri olan bir olgudur. Araplarda göçebeliğin merkezde olduğu bir sosyal yapı oluşmuştur. Bu yapının şekillenmesinde coğrafi saikler etkilidir. Oldukça kıt olan kaynaklar göçebeliğin hayat tarzı olarak benimsenmesine sebep olmuştur. Bedeviler, yerleşik hayata geçtikleri zaman bile bedevi zihniyetin izdüşümleri görülmektedir. Bu boyutuyla, Hz. Peygamber’in tebliğ sürecinde muhatapların sorularına ve sorunlarına etki etmiştir. Bedevi kabilelerle kurulan siyasi ilişkiler sebebiyle bedevilerle etkileşim halinde olunmuştur. 9. yıldan sonra bedeviler arasında İslam daha hızlı yayılmaya başladı. Bedeviler, Müslüman olduktan sonra İslam’ın mesajını tam kavramış ya da Kur’an’ı tam anlamış bir şekilde Müslüman olmadılar. Büyük bir kısmı siyaseten Müslüman oldular. Hz. Peygamber’i de Kureyş otoritesi olarak gördüler. Hz. Ebubekir döneminde zekât vermeyerek tepkilerine başladılar.
S.A.Ö.T: İslam Medeniyetinde bedevi düşünceyi konumlandırmak istersek nereye koyabiliriz?
Prof. Dr. Demircan: Bedevi düşünce, İslam Medeniyetini esasını teşkil etmez. Kur’an -ı Kerim ve Hz. Peygamber esas kısmını oluşturuyor. Bu iki olguyu dikkate almadan İslam Medeniyetini okumak sağlıklı olmaz, ancak İslam Medeniyetinin doğduğu ortam, coğrafya, hakim olduğu bölgeler, kurduğu ilişkiler İslam Medeniyetine etki etmiştir. Bu bakımından Allah Resulü’nün ilk muhatapları içerisinde bedevilik ve bedevi kültürü güçlü olduğu için çeşitli yansımalarıyla karşılaşabiliriz. İslam, bedeviliği yok saymamıştır. İslam, kabilecilik ve kabilecilik kültürüne ahlâk kazandırmıştır. Hz. Peygamber Medine’ye göç ettiği zaman hicret edenlere “Muhacir” onlara yardım edenlere ise “Ensâr” demiştir. Bunu yapma sebebi ise kabilecilik olgusunu ortadan kaldırmaktır. Bunlara rağmen bedevi zihniyeti devam etmiş ve farklı isimlerle ortaya çıkmıştır. Bedeviliğin siyasi, ekonomik, sosyal hayata ve kültüre yansımalarının göz ardı edilmemesi gerekir.
S.A.Ö.T: Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ sürecinde bedevilerin olumlu ya da olumsuz ne gibi katkıları olmuştur?
Prof. Dr. Demircan: Bedeviler, büyük ölçüde İslam’ı tebliğin muhataplarıdır. Hz. Peygamber ayrım gözetmeksizin bütün muhataplarına tebliğde bulunmuştur. Hz. Peygamber döneminde bedevilerin Allah Elçisi’yle ilişkileri genellikle çıkar üzerinedir. Hz. Peygamber birçok bedevi kabilelerle anlaşma yapıp onları İslam’a davet etmiştir. Bedevilere İslam’ı tebliğ etmiş ve onların eğitimleriyle ilgilenmiştir. Onların kendi bölgelerinde yaşayıp İslam’ı anlamalarını istemiştir. Çünkü bedeviler Medine’ye gelip yerleştiklerinde yeni bazı sorunlara sebep olabileceklerdi.
S.A.Ö.T: Hz. Peygamber’in bedevilere karşı tavrıyla Kur’an’ın bedevilere karşı takındığı tavrı karşılaştıracak olursak neler söyleyebiliriz?
Prof. Dr. Demircan: Hz. Peygamber’in tavrıyla Kur’an’ın tavrı arasında bir çelişki olmadığını bir paralellik olduğunu söyleyebiliriz. Kur’an-ı Kerim’in bedevilerle ilgili tasvirleri yer yer onları ıslah edici, hatalarını gösterici söyleme sahiptir ve Hz. Peygamber’in bedevilerle yaşadığı ilişkilerle ilgilidir. Dolasıyla burada Hz. Peygamber’in, Kur’an-ı Kerim’in emirlerine aykırı bir şey yapacağı düşünülemeyeceğini göre bir paralellik bulunmaktadır.
S.A.Ö.T: Ülkemizde Siyer’e yönelik ilgi giderek artmakta, bu ilginin olumlu veya olumsuz yansımaları hakkında görüşleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Demircan: Allah Resulü’nün hayatını öğrenmek, Hz. Peygamber’in İslamî yaşantısını hayatının merkezine oturtmak Müslümanlar açısından önemlidir. Fakat Müslümanların peygamber algısı ve peygamber hakkındaki tasavvurları birbirinden farklıdır. Halka indiğimiz zaman farklı, halkın farklı kesimlerine indiğimiz zaman Hz. Peygamber’in imajıyla ilgili daha da farklı yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Akademisyenlerde ve kendini ulema sınıfı içinde görenlerde de farklı imaj görebiliriz.
Öncelikle Müslümanların Kur’an, vahiy, peygamber ve İslam medeniyeti içerisinde ortaya çıkan inanç, ibadet ve muamelata ilişkin yaklaşımların konumunu doğru belirlemesi lazımdır. Bir âlimin sözü ile Allah’ın ve Resulü’nün sözü arasındaki farkı Müslümanların iyi bilmesi gerekir. Peygamber’in sözü olarak nakledilen bir rivayetle peygamber arasındaki farkı Müslüman iyi bilmelidir. Yani hadis peygamber değildir. Hadis, Peygamber’in sözlerini nakleden rivayetlerdir. Müslümanlar bu farkı doğru anlarlarsa elbette Hz. Peygamber’in hayatını öğrenmek onlara bir yol gösterici olur. Diğer taraftan Müslümanlar olarak bir temel sıkıntımız var. O da Müslümanlıkta şeklin ruhun önüne geçmesidir. Bu da ciddi bir problemdir. Genellikle insanların önünde yapılan ibadetlerde yahut kılık kıyafette çok önemsediğimiz ölçüleri ahlakî tutumlarımızda önemsemede zaaf gösteriyoruz. Burada özel olarak birini eleştirmekten ziyade toplumsal bir hastalığı ifade etmek için söylüyorum. Mesela, Allah Resulü’nün hayatına baktığımız zaman ya da Kur’ân’ı Kerim’e baktığımızda Hz. Peygamber’e ve topluma hitaben zikredilen yüzlerce ahlakî tutuma ilişkin ayet vardır. Hz. Peygamber’in hadislerine de baktığımız bunları görmekteyiz. Bunların hayatımızdaki karşılığına baktığımız zaman çok sevdiğimiz Allah Resulüne uymakta ciddi problemlerin olduğunu söylemek gerekir. Diğer taraftan bizim toplumumuzda Müslüman olduğunu söyleyen milyonların gündelik hayat ve yaşantılarında dinin yerinin ya çok zayıf ya da çok sığ olduğunu söylemek gerekir. Mesela Türkiye’de yapılan istatistiklerde namaza devam eden insan sayısının yüzde yirmidir. Bu oranın önemli kısmı da biraz önce bahsettiğimiz şekli Müslümanlıkları ahlakî yaşantılarına yansıması noktasında sorun yaşayan insanlar olduğunu göz ardı etmeyelim. Böyle bir toplumda peygamberane bir Müslümanlığın yaşanması mümkün değildir. Dolasıyla burada Müslümanlara Allah’ın vahyini doğru anlamak Allah’ın bizden ne istediğini doğru anlatmak ve hayatımıza doğru aktarmak gerekir. Tabii ki sadece anlatmak yetmez. Evet, anlatıyoruz ama kendimiz yaşamıyorsak bunun bir anlamı yoktur. Karşıdaki insan üzerinde etki bırakmaz. Yaşadığımızı anlatmazsak şöyle bir sorunla karşılaşabiliriz: Siz çok iyi Müslüman olabilirsiniz ancak yaşadığınız toplumda ahlakî zaaf varsa bu sizi de etkiler. Mesela gidip alışveriş yaptığınızda esnaf sizi kandırıyorsa, esnafa güvenmiyorsanız, esnaf alışveriş yaparken Allah’a hesap vereceği kaygısıyla hareket etmiyorsa hatta sizi kandırmaktan dolayı kendisini kazançlı olarak görüyorsa bu sizi, çocuğunuzu, neslinizi etkiler. Nihayetinde bu toplum içerisinde çok değil birkaç nesil sonra değerler de dâhil olmak üzere birçok şey değişir. Eğer duruma vaziyet etme bilincinde değilseniz şu anda sahip olduğumuz müspet değerlerin üç nesil sonra daha menfi noktaya gelmemesi için sebep yoktur. O yüzden Müslüman toplumların üzerine Allah Resulü’nün ahlakıyla ahlaklanan, onun gibi yaşayan ve bu bilinçle yetişecek toplumlar yetiştirmek Müslümanların vazifesidir.
S.A.Ö.T: Siyer Araştırmaları Topluluğu’nun faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Demircan: Siyer Araştırmaları Topluluğu genç bir platformdur. Bu tip çalışmalar, yapılar, organizasyonlar önemlidir. Buna gençlerin katılması, gençlerin bunu götürmeleri ve bunun gelenek haline gelmesi çok önemlidir. Bizim kültürümüzde en önemli sıkıntılarından birisinin kurumsallaşmayı becerememiş olmamızdır. Bir işe başladığımızda iyi başlıyoruz ama sonunu getirmiyoruz. Burada önemli olan farklı yaşlardan gençlerin katılması ve bunu devam ettirip sahiplenmeleri ellerini taşın altına koymaları ve birçok insanı katmalarıdır. Gelecekte iyi sonuçlar elde edeceğinizi ümit ediyorum. İnşallah hayırlı çalışmalar yaparsınız.