Siyer’i Asrın İdrâkine Söyletmek
Merhum Mehmet Akif’in
“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”
dizelerinde ifadesini bulan; İslâm’ı geçen onca asrın, üzerinde bıraktığı tortulardan arındırarak en saf, en duru haliyle günümüze getirmek gerektiği şeklindeki düşünce, İslâm’ın tek kaynağını Kur’an olarak benimsiyordu. Bu kabule göre Kur’ân-ı Kerîm’de asrın gelişmişlik düzeyine aykırı herhangi bir şey bulmak mümkün değildir. Sorun gelenekte ve rivâyetlerdedir ve onları göz ardı ettiğimizde içinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyıl ile İslâm arasında herhangi bir çelişki ve uyumsuzluk kalmayacaktır. Bu düşüncenin tartışmasını başka bir yazıya havale ederek meselenin bir diğer boyutu olan Siyer-asır uyumuna değinelim.
Yaşadığımız zaman dilimini ve insanlığın görece gelişmişlik düzeyini üst mertebe kabul edip, Hz. Peygamber’in hayatında bu mertebe ile uyumsuz bir nokta bulunamayacağı düşüncesi sık sık karşımıza çıkmakta. Madem Hz. Peygamber, Hâtemu’l-Enbiyâ’dır, ondan sonra bir Peygamber gelmeyecektir o halde bu son Peygamber’in sözleri, tutumları ve yaşantısının kıyamete kadar yaşanacak tüm dönemlerde Müslümanların izahta zorlanacakları hususlar içermemesi gerekir. En mükemmel örnek demek, her asra hayatındaki her unsurla hitap edebilmek demektir.
Bu düşünceye göre Siyer merviyâtının sahihlik ölçülerinden biri de zamanımızın algıları ile uyumudur. Aksi durum, o rivâyetin üstünün çizilmesi için yeterlidir. Rivâyetlerin ötesindeki olgular ise tevîl edilir ve zamanımızın bakış açısıyla yorumlanır. Eğer Resulullah’ın evlendiği eşinin yaşı küçük ise bu, bugünün Türkiye’sinde insanımıza izah edemeyeceğimiz bir durumdur, öyleyse yaşın başına onlar basamağı getirilir. Yaş, 9 değil 19 yapıldığında bugün 50 yaşının üzerinde bir erkeğin bu yaştaki bir kızla evlenmesinin de garâbet bir durum olduğu gerçeğine rağmen 29, 39, 49 yapma imkânı olmayınca 19 ile yetinilir. Bu arada o günün toplumunda bu evliliğin yadırganmadığı, Resulullah’ın herhangi bir şekilde suçlanmadığı dolayısıyla dönemin şartlarıyla uyumsuz bir evlilik olmadığı dikkate alınmaz. Tekil rivâyetlerin ötesinde bir olgu söz konusu olduğunda ise değindiğimiz gibi yoruma gidilir. Örneğin Hz. Peygamber’in savaşları, üzerinin çizilmesi ve yok sayılması mümkün olmayan yüzlerce rivâyetin konusu olduğundan onun sevmeden, istemeden savaştığı ve hep savunmada kaldığı şeklinde bir tevile yönelmekle Siyer’deki modern hayatla uyumsuzluklar giderilmeye çalışılır.
Bu yaklaşımın Hz. Peygamber’in belirli bir zaman diliminde, belirli bir coğrafyada yaşayan bir “beşer” olduğu hakikatini görmezden geldiği ortada. Oysa o, vahyin de açıkça belirttiği gibi kul bir Peygamber’dir ve dolayısıyla her beşer gibi yaşadığı zaman ve mekânın şartlarının etkisini taşımaktadır. Dönemin örfü –elbetteki dinin ana prensipleriyle uyumsuz olmaması şartıyla– Hz. Peygamber’in günlük yaşantısında esastır. 600lü yıllarda yaşayan bir Peygamber’den, yaşantısını yirmi birinci asrın normlarına göre belirlemesini istemek onu, insan üstü bir varlık konumuna getirmek değil midir? Dahası bu çabada yüceltilen Hz. Peygamber mi yoksa asrın idrâki midir?
30/03/2018