Zihnî Şiddet Mağduru Kadın: Kültürel Algının Dini Algıya (!) Dönüşmesi
Kadın için doğru bir konum belirlemek; öncelikli olarak varlığın hangi zeminde ele alındığını tespit etmek, sonrasında ise bu varlık zemini içerisinde kadının mahiyetini tartışmaya açmakla mümkündür. Dolayısıyla meseleye yaratma konusundan başlamak gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “yaratma”nın temeline konulan fiilleri incelediğimizde; bir değer ortaya koyma ilkesinin somutlaştığı ilk yaratma/yok iken varlığa çıkarma anlamına gelen “ibdâ‘”; hem yaratılan varlığın hem de bu varlığın meydana getirmesi beklenen eylemlerin gelişmeye dönük olması anlamını içeren “inşâ”; meydana getirilen varlığın hem şekilsel özellikler açısından hem de iç donanım açısından kâmil bir düzenlemeye sahip olmasını ifade eden “tesviye” ve ahirette insanın eylemlerinin sorumluluğunu taşımasına imkân verecek bir yapıya sahip olacağını ifade eden “i‘âde” kavramlarıyla karşılaşmaktayız.
Kur’an’da “yaratma” eyleminin karşılandığı bir diğer kavram ise “halk”tır. Bu kelime, temelinde ‘doğru bir biçimde oranlamak ve ölçümlemek’ anlamını taşımaktadır. Var Edici, varlığa getirdiği her bir varlığı; hem var edilme amacına uygun bir donanım ve içerikle hem de varlığını devam ettirebilmesine imkân tanıyacak hâricî bir çevreyle donatarak meydana gelen varlığın ölçümlemesini yani “halk”ını tamamlamıştır. Varlıklar içerisinde tabiatı itibariyle farklılaşan insan da bu ölçümlemenin içerisinde yerini almaktadır. İnsanın “halk”ı; ahsen-i takvîm zemininde şekli tasarımı, ahlâk zemininde ise içyapıyı kapsamaktadır. Halk kavramıyla aynı köke sahip olan ahlâk, yalnızca içyapıda kalan pasif bir kuvve değil aynı zamanda insanın karakterinin, mizacının, huylarının eyleme dönük yapısını da içermektedir.
Yapısında eyleme dönük olma özelliği bulunan insan “bilmeyi isteyen”, “anlama çabası içinde olan” ve “değer yükleyen” fıtratını, başta kendisi olmak üzere varlık âlemine yönlendirir ve neticede diğer varlıklardan farklı olarak kendisinin bir bilinç varlığı olduğu sonucuna varır. Bilinç sahibi bu varlık, erkek ve kadından oluşan insan varlığının “aynı özden” yaratıldığını; aralarına, birlik ve uyum sağlamaları, birbirlerinin bütünleyicileri olmaları için “sevgi ve rahmet” (30/21) konduğunu ve bu lütuf sayesinde bir araya gelebilmekte ve “tevhid”i hayatlarında gerçekleştirebilmekte olduklarını görür. Fakat insan bilinç varlığı olma özelliğini yitirip kültür varlığı olduğu anda hem zihin hem de gelenek kalıplarıyla örtülür. Bu bakış açısı; varlık, bilgi ve değer konularını kapsayan tüm alanlara sirayet etmektedir. Bu konular kapsamına giren kadın da kültürün bir parçası olmayı kabul ettiği için öncelikle kendilik algısı bakımından “kendi”sinin; sonrasında ise toplumsal zihniyetin esiri olmuştur.
Bu kültürel algının dini literatürü etkilediği de bir gerçektir. Kur’an; bireysel ve toplumsal direnişin sembolü olması açısından Hz. Meryem için ‘insanlık için ibret’ (23/50) şeklinde bahsederken; söz, düşünce ve uygulamalarında adaletten yana tavır sergileyen bir örnek olması açısından Sebe Melikesi için ‘övülen siyasi bir lider’ (27/23, 32) prototipi çizerken; ‘hak olandan yana bir başkaldırı’ (66/11) modeli olarak Asiye’den ve ‘toplumun çığlığı’ olan (58/1) Havle b. Salebe’den bahsederken; tarihsel süreç bu temelin aksine işlemiş ve literatürümüz kadını ikinci sınıf gören, aşağılayan, değersiz addeden söylemlere yer vermiştir. Bu söylemler vahiy kaynaklı değil, söz konusu zihniyetin bir ürünüdür. Çünkü hem aklî hem dinî hem de örfî zeminde kadın meselesini değerlendirdiğimizde; aynı özden yaratılan; bir başka ifadeyle cins bakımından aynı özelliklere sahip olan; yaratılış aşamaları bakımından bir fark barındırmayan; üzerine inşa edildiği temeller ve var olma gerekçesi açısından aynı ilkelere karşılık gelen; hak ve sorumluluklar bakımından aynı edinimler ve müeyyidelere muhatap olan ‘erkek’ ve ‘kadın’ varlığı arasında, bir öncelik-sonralık ya da bir üstünlük-alçaklık hiyerarşisinin varlığını kabul etmek tutarsızlıktır.
Bu minvalde “Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: O konuda fetvayı ancak “Allah” veriyor.” (4/127) ayeti, o dönemde sosyal bir problem olan kadın konusunda önemli bir uyarı yapmaktadır. Ayetten anladığımıza göre, kültürel kodlara göre konuşma ihtimali olan peygambere dahi bu konuda söz söyleme yetkisi verilmemiştir. Dolayısıyla yaratılış bakımından eşit, yaşamı devam ettirme bakımından adil bir düzlemde bulunan kadın ve erkek arasında çizilen bu derin uçurum; ancak yaratmanın bir ayrım içermediği, ‘var’ olmanın bir değere karşılık geldiği, farklı yetenek ve kabiliyetlere sahip bu iki cinsin bir bütün oluşturma amacına matuf olduğu farkındalığıyla aşılabilir. Aksi halde kadına yönelik devam edegelen zihnî/psikolojik şiddet ve toplumsal şiddet varlığını koruyacaktır.
30/08/2018